Perşembe, Mart 10

ibne basın bunu da yazın

blogspot.com uzantılı tüm sitelere erişilemediğini hepiniz biliyorsunuzdur. bilmiyorsanız zaten girmiyorsunuzdur, girip de bilmiyorsanız kusura bakmayın ama siz de malmışsınız. evvela digitürk'te bu işe vesile olan şahısların anasını avradını sikeyim. tek dileğim yarın öbür gün digitürk'ten yayın yapan herhangi bir kanal yüzünden komple digitürk'ün kapatılması. o zaman "vay amına koyayım biz nerede yanlış yaptık acep?" diye düşünmeleri. ama bence düşünmeyeceklerdir, düşünseler böyle bir olaya kalkışmazlardı zaar. kimse çıkıp da "ama digitürk'te haklı, o kadar para, o kadar ihbar" bıdı bıdısıyla gelmesin. istanbul'da değil de gidip diyarbakır mahkemelerinde dava açmaları içlerindeki yavşaklığı her şeyiyle ortaya koyuyor benim için. türk yargı sistemininde düzenini götünden sikeyim. bu davayı açan yargıç, hakim, savcı, avukat, mübaşir inşallah hono lulu mahkemelerinde yargılanıp hapishanede aryan kardeşliğinin koğuşuna düşerler. götten mi olurlar candan mı olurlar orası allah'ın takdiri.


ama benim canımı sıkan medyanın bu iki yüzlülüğü, bu yavşaklığı. geçen hafta cuma günü ahmet şık ve nedim şener'in gözaltına alınması sebebiyle taksim meydanında basına özgürlük adı altında bir protesto gösterisi düzenlendi. ahmet'i de nedim'i de tanımam, okumam. fakat mevzu ahmet, nedim mevzusu değil, mevzu sesini duyarabilmek. ha duyarabildik mi? tartışılır. ama en azından bireysellikten toplumsal bir tepkiye giden yolda bana kalırsa güzel bir adımdı. ama. aması var işte, olmazsa olmaz zaten amasını amını götünü siktiğim yerinde hep bir ama var. özgür basın, alternatif basın, digital basın diye yeri geldikleri zaman övdükleri blog camiasıyla ilgili en ufak bir tepki yoktu mesela o gösteride. gösteriyi geç medyada da ufak tefek haberlerle geçiştirildi. yine muhalif tepkiyi bloggerlar ve internet kullanıcıları kendi hesaplarından duyurmaya çalıştılar. bu zamana kadar sesini çıkarmayan, hadi sesini çıkarmayan demeyelim de inceden vızıldayanlar, bugün eşi dostu arkadaşı gözaltına alındı diye sokaklara döküldüler. dökülmelilerde. ama artık "işime yaramayan kilisenin papazını sikeyim" mantığını yerle yeksan etmek gerek. ahmet'i mehmet'i içeri alınca konuş, bloglar kapanınca sikimde olmaz.


ya ben neyi anlatıyorsam feleğin çemberini siktiğim yerinde, ne desem boş zaten. aktivist aktivist konuşup kendimi riske atmaya hiç gerek yok. bunca senedir süregelen devlet terörünü, yolsuzlukları, faili meçhulleri 2 gün anlatıp sonra sümen altı edip bize habire sibel can diyeti, seda sayan götü gösteren basını içeri almışlar, dışarı vermişler açıkçası hiç de sikimde değil. hazır yeri gelmişken hüseyin üzmez senin de sıfatının amına koyayım insan kere, vücudundaki kanı sikeyim orospu evladı. şu ergenekon'u da kim kurduysa çıksın lan artık ortaya, iyice canımı sıkmaya başladınız.

Cuma, Şubat 25

şampiyon olamazsın deseler bana, dizlerim titreyip gözlerim kararmaz belki ama yine bi ince üzülürüm bence







uzun zamandır düşündüm durdum bu konuyu. kah yemeden içmeden kesildim, kah uykularımdan uyandım. ama öyle ama böyle en sonunda nihayete erdirdim bu deli efor sarf ettiğim çalışmalarımı. soyadında gül olan insanların hepsi çok güzel yerlere gelmişler, çok tatlı paralar kazanıyorlar. herkesin burun kıvırdığı mahsun kırmızıgül paranın amına koydu. mecazen değil, o kadar para kazanıyor kesin am yapıp sikmiştir parayı. nedense mahsun o hareketi yaparmış gibime geliyor hep. ondan sonra bakıyorsunuz abdullah gül'e. adam cumhurbaşkanı olmuş. daha ne olsun? dese ki, "aras" dese, "gel oğlum şöyle bi uzan şuraya" dese, "uzan sen şöyle çıplak bişey deniyecem" dese aman cumhurbaşkanım diyemezsin, yapma abbullah'ım diyemezsin. adam cumhurbaşkanı lan, ordular başkumandanı. anasını siker lan adamın. yani sikmez ama istese siker bence. ben cumhurbaşkanı olsam istediğim adamın anasını sikerdim. ve tabii ki mustafa sarıgül. zaten fazla söze gerek yok, fotoğraf her şeyi anlatıyor. belki anlatmıyor ama siz anlayın işte.

Pazar, Şubat 13

"çocuğun oldu, adı rodrigez'miş" deseler dağları taşları yerinden oynatırım

uçurumu sevenin kanatları olmalı - nietszche

uçurumu sevmek için kanat değil göt gerekli - aras öztürk çolak

her şey olacağına varır - anam


biz bir aileyiz, biz güzel bir aileyiz. ama öyle, ama böyle.

Cuma, Ocak 28

herkes öldürürmüş sevdiğini, işte o yüzden sana roketatarla giriştim sevgilim

geçen gün, geçen gün dediğim de çarşamba günü. yakın dostum, güzel insan okşan'dan telefon aldım. telefonda bana kadıköy'e gelmemi, eğer gelmezsem çocuğumu bir daha göremeyeceğimi ve polise haber verirsem de çocuğumu bir daha göremeyeceğimi anlatıyordu. tabii dediklerine pek kulak asmadım, zira çocuğumu pek görmek istemiyordum. alsın da o'nun başına bela olsundu benim tatlı minik çocuğum. ben böyle "ulan çocuğu kurtarsam mı, kurtarmasam mı" diye tripten tribe koşarken birden çocuğumun olmadığı aklıma geldi ve o heyecanla kahveyi üzerime döktüm. dökülen sıcak kahve sikime taşşağıma denk geleydi, zaten o saatten sonra çocuğum olmazdı. ama korkmayım, sikim ve taşşağım eski günlerde ki gibi, durdurak bilmeden çalışıyorlar. okşan'ın asıl meselesi, enrah bulut insanın arkaoda'daki efsanevi dj performansına iştirak etmemizdi. bilindiği üzere, enrah bulut benim kuzenim, canım, ciğerim. çocuğum olursa adını enrah koyucam. o kadar seviyorum. ya aslında okşan'ı da seviyorum, ama bi erkek evladına okşan diye isim koyanda gülerler çocuğa. her neyse.

ben buluşma yerine doğru hızla gitmek isterken metrobüsle gittim tabii ki. allahtan oturacak yer buldum, götü yaya yaya gittim şerefsizim. kah uyuyakaldım, kah yanımdaki lavuğun gazetesini kestim yan gözle. dillere destan, masallara konu olacak bir metrobüs yolculuğuydu. metrobüsten indikten sonra kendinden emin adımlarla arkaoda'ya doğru yürümeye başladım. tam altıyol'un oraya gelirkene bir çift dikkatimi çekti. adıyaman çiğ köftecisine giriyorlardı. çiftin benim dikkatimi çekmesinin nedeni, elemanın caner'e benzemesiydi. caner atakul, bizim sevdiğimiz bir arkadaşımız. karikatürist, sanat sevdalısı, dövmemi yapacak kadar iyi bir dövmeci. 4x4'lük çocukmuş lan caner. caner'i birazdan övmeye devam edeceğim, ama şu mevzuyu bir anlatayım hele hele. boyuyla posuyla, şapkasıyla çantasıyla çocuk adeta bir caner'di. beni bu kadar heyecanlandıran, 1. yanında kız olması, 2. çiğ köfteciye girmesiydi. yanında kız olması şaşılacak bir durum değil ama ben, enrah, okşan, yavuz bunun dedikodusunu yapıp, kız kimdi diye beyin fırtınalarına girebilirdik. ama asıl mevzu caner'in çiğ köfteciye girmesiydi. allah allah dedim, bu çocuğun ne işi var lan dedim çiğ köftecide. koskoca caner atakul'un çiğ köfte yemesini kendime yedirememiştim nedense. ondan sonra dedim ki yine kendi kendime, amına koyayım caner insan değil mi, niye yemesin çiğ köfte. çiğ köfte yemek onun da hakkı değil mi diye kendime çattım. yaklaşık altıyol'dan arkaoda'ya gidene kadar caner'i düşündüm, çiğ köfteyi düşündüm, türkiye'de sanatçılara uygulanan bu pozitif ayrımcılığı düşündüm. sonra eski sevgilimi düşündüm, çünkü çiğ köfteyi çok severdi. sonra tekrar caner'i düşününce galiba caner'i seviyorum dedim. ama arkadaş gibi, ama dost gibi. sikişli sevme değil yani. demem o ki; hayatımın bi 10 dakikasını caner'i düşünerek geçirdim  o gece. zaten o caner sandığım çocukta caner değilmiş. iyice inception gibi oldu amına koyayım hayatım. 

sonra arkaoda'ya gittim işte, enrah'ı dinledik, efsane taşşak geçerek gülüp eğlendik. gece tatsız bitti ama, okşan'la enrah tartıştı. enrah okşan'a "belanı sikerim senin" dedi. okşan'da "belam sensin, kolay gelsin" dedi. ondan sonrasını hatırlamıyorum. ha unutmadan tam karşımda masamda oturan en az bir asia argento kadar çirkin ama çekici olan kız. şayet elinde yarım parmaklı eldiven olmasaydı o gece beni hakedecektin ama o eldiven bütün seksüel dürtülerimden uzaklaştırdı beni, maneviyat denizlerine saldı beni. cumayı kaçırmadan kaçızlıyanzi gençler. 

Cuma, Aralık 31

simurg'uma

malum önümüz yılbaşı. yılbaşında, eşle dostla buluşulur, eğlenilir, kırmızı don giyilir, içki içilir, şanslı olanlar sevişerek, benim gibi bahtsız olanlar ise "allah'ım ben nerde yanlış yaptım" diye hislenerek yeni yılın girişini (göte) kutlarlar. ve yeni yılın getirilerinden biri de hediyedir. daha evvel bahsettiğim üzere hediye olayını pek sevmiyorum. ama gel gör ki, bir güzele delice sevdalandığım için bu yılbaşında bir sürpriz olsun, vay efenime söyleyeyim bir şirinlik olsun diye o dilbere, oy o hilal kaşlıya bir hediye vereyim istedim. düşündüm, taşındım ve sonunda imal edilmiş bir şeyi hediye etmektense, o güzele, oy o bal dudaklıya kendi ellerimle bir hediye yaratmayı münasip gördüm. elimden pek bir şey gelmediği için, elde olan malzemelerle bir tablo yapmaya karar verdim. asıl mevzu ondan sonra başladı.


evvela sevgili su bazlı kırmızı boya; ben senin pigmentini sikerim. amına koduğumun boyası, tamam kurumuşsun, anladık. ama ben sana suyu verende senin çözülmen lazım. çünkü sen su bazlısın, seni tinerle, kılla tüyle çözemem. senin ben pantone kataloğundaki yerini sikeyim boya kere. gerçi gidip nalburdan bi kutu boya alabilirmişim ama artık çok geç zira tablo bitti. ondan sonra atölyenin kapısının kapalı olduğunu gördüğü halde gelip adres soran amca. senin ben talükatını sikeyim. sana laf anlatacağım diye boya aktı hep aşağıya. bula bula adres soracak tek yer olarak bizim atölyeyi mi buldun be sığır siki? ondan sonra atölyede bulamadığım fırçalar. neredesiniz kuzum siz allasen? sen fırçasın ve senin atölyede olman gerekiyor. atölyede olmayan fırçanın ben kılını sikeyim. ve son sözüm sana sevgili airbrush tabancası. senin ben iğneni sikeyim. madem çalışmıyorsun, hani ibnelik yapıyorsun. başta yap, başta yap ki ben de diyeyim "aa" diyeyim, "bu makinede bozukmuş, hiç girmeyeyim ben bu işe" diyeyim.


velhasıl kelam bu kadar imkansızlıklara, zorluklara rağmen hediyemi bitirmiş bulunmaktayım. peki şimdi size şunu sorayım: siz bana ne aldınız yılbaşında? hiç. sik. sik alsanız yine sevinirdim. hani bozulurdum da, biraz da sevinirdim. "am sakızı çoban yarrağı" deyini alır saklardım. ama her yerde de saklayamazdım. anamın babamın yanında kalıyorum. kalkıp hediye ettiğiniz siki odanın baş köşesine koymamı beklemeyiniz benden. işiniz gücünüz goygoy. susayım diyorum, konuşmayayım diyorum ama artık yeter. yeter artık. arkadaşlar bana niye hiç hediye almıyorsunuz, börek yapmıyorsunuz, bi kere olsun vermiyorsunuz? eksiğim gediğim ne benim. yeni yıla bunları düşünerek gireceğim, neden böyle durgunsun, neden böyle suskunsun deli çocuk diye soranlara "unutma, unutulanlar, unutanl... sigara var mı ya" diyeceğim.


demem  o ki hepinizin yeni yılını yalarım. 

Cuma, Aralık 10

nikahını beni çağır sevgilim, düğün pastasını beğenmezsem o düğünü sikerim

sevgilim,

sen bu satırları okurken ben nerede olacağım tam olarak bilmiyorum. belki kahvede iddaa kuponlarına gömülmüş, belki meyhanede çerez tabağında fıstık ararken bulursun beni. önemli değil bunlar, önemli olan benim küçük sevgilim; senin mutluluğun. duydum ki, evleniyormuşsun. hayırlı olsun. sevinmedim desem yalan olur. sevindim ama öyle de çok sevinmedim, öyle çılgıncasına sevinç gösterileri yapmadım yani. medeni bir insan gibi sevindim, hayırlı olsun dedim. haber uçurmuşsun sağa sola, "taşkınlık yapmayacaksa gelsin, biz hala arkadaşız" diye. korkma miniğim, düğününe gelmeyeceğim. ama sanma ki seni beyazlar içinde görende üzüldüğümden, sanma ki seni hala deliler gibi sevdiğimden ötürü gelmeyeceğim. işin aslı bebeğim, şimdi gelirsem o düğüne, nereden baksın bi çeyrek takmam lazım. e çeyrek altın da olmuş sana 110 tl. zaten dardayım, bu yoklukta bi de sana çeyrek takarsam iyice dara girerim. hiç gerek yok. zaten biz türk evladıyız kızım, godoş mu sandın lan bizi? medeniyiz dediysek de o kadar medeni değiliz. otobüste yaşlılara yer veririz, kapıyı açarken önce kadınlara yol veririz. benim medenilikten anladığım budur papatyam. hem bilirim, sen hesabını yapmışsındır çoktan. nasıl olsa gelmez demişsindir benim için, o yüzden beni unut düğününde kınalım. ama belki evlendikten sonra hayırlı olsuna gelebilirim, güle güle oturmalara gelebilirim. dedim ya, elim sıkışık biraz. şimdi sen düğünde iyi mama yaparsın kendine. bu çılgın aşığını, bu serseri sevdana 3-5 ateşlersin o takılardan. eğer ateşlemezsen, korkarım ele güne kötülerim seni her konu senden açıldığında. neyse işte. biraz da kendimden bahsedeyim, yokluğunda ne yaptığımdan. bilirim, merak edersin sen beni. merak edersin de amına koyayım bi arasaydın be balım, bi çağrı atsaydın be ay yüzlüm? bu nasıl özlemekse artık, çözemedim, bilemedim. ayrılırken dediğim gibi, senden başka hiç kimseyi sevmeyeceğim dedim ve sevmedim de. bi kedi aldım ama, kırpık koydum adını. az biraz onu seviyor gibiyim. o da evin amına koydu, mundar etti evi sıça sıça. annemle papaz olduk, namaz kılıyorum bu evde, sen sokaktan alıp eve hayvan getiriyorsun, onun da bi götüne sahip çıkamıyorsun diye. şimdi ona sıcak bi yuva arıyorum, isterseniz size vereyim. çocuğa hazırlık olur, antreman olur, bu konuyu bi düşün bence sevdiceğim. babam beni evlendirmeye çalışıyor, habire "şu evlendirme programına çık, bu evlendirme programına katıl" diye zindan ediyor bana hayatı. aslında çıkasım yok değil, güzel imkanları var. gidiyorsun kızla mesela, çay içiyorsun, stüdyoda. hoop hesap filan almıyorlar, ne güzel bu devirde di mi yavru ceylanım? ama korkum, ben şimdi çıkarım o programa, bi taliplim gelmez, yarrak gibi aylarca dururum orada. gerçi babama kalırsa, "yakacakla sikeceğin kötüsü olmaz, ilk geleni kabul edersin" diyor da, bilmiyorum işte kafam çok karışık. hele altın fiyatları biraz daha artsın da, ona göre takı hesabını filan yapıp öyle girerim evlilik işine. 

işte böyle benim de hayatım börtü böceğim. satırlarıma burada son vermeden evveli, birkaç cümle daha kurayım. hesapta kısa ve öz bir mektup yazacaktım ama kitap yazdım sanki. duydum ki eşin olacak adam, benden zengin, yakışıklı, kibar, karizmaymış. ben öyle duydum, ne kadar doğru ne kadar yalandır bilemem şimdi. ha şimdi bunu yazıyorum, sanma ki o lavuğu kıskanıyorum, sanma ki o denyoya ayar oldum. benim anlamak istediğim, ulan benim gibi bi adamdan öyle bi adama nasıl gittin be kara vicdanlı? hani bi kendime bakıyorum, cepte 5 lira desen yok, saçlar seyrelmiş, dişler dökülmüş, tanımayan babamın kardeşi sanıyor beni. benim gibi bir adamdan sonra öyle bi herifle nasıl beraber olacaksın. amına koyim karabükspor gibisin serçem benim. bi hafta 5 yerken, diğer hafta 5 atıyorsun. dilerim mutlu olursun inci tanem, kar yüzlüm, nergis dudaklım. 

kendine iyi bak, beni sakın unutma. dertlerimi aklında tutma, unut. beni, unutma...


not:o dediğim borç işini, kedi işini de unutma deli sevdam :))))))))))))))))))))))))))))

Pazartesi, Ekim 4

yokluğunda çok kitap okumak isterdim ama kuru fasulye filan yedim

sevgili blog, biliyorum uzun zamandır yazamıyorum ve seni çok ihmal ettim. ama içimdeki yazma isteğini kaybettim ve yazacak bir şeyler bulamıyorum. şimdi eski yazılarıma baktım da deli sikine tutunur gibi yazmışım ha yazmışım. ama artık sorunlarımı çözdüm ve elimden geldiğince yazmaya çalışacağım.


merhaba. siz beni aras olarak tanıdınız ama şu yukarıda yazdığım yazıyla size gerçek kimliğimi açıklamış bulundum. aslında ben 16 yaşında, hayata dair en büyük sorunları kiloları ve twighlight'ta ki edward'ın beni sikmesi olan ergen bir kızım. kullandığım nicki ve fotoğrafı soracak olursanız eğer daha önce "white angel, marla singer, betty boop" gibi nicklerin milyonlarca kez kullanılması ve marilyn monroe, monica belluci, avril lavigne fotoğrafları da yine milyonlarca hemcins ve yaşıtımın tarafından kullanıldığı için kala kala bana bunlar kaldı. blogum benim en yakın arkadaşım ve onunla insanmış gibi konuşuyorum. çünkü 16 yaşındayım ve dünyada herkesin benden nefret ettiğini düşündüğüm yaştayım. eğer herkes benden nefret ettiğini şu yaşımda düşünmezsem ne zaman düşüneceğim? o yüzden blogum benim en yakın arkadaşım. ama eğer insan gibiyse blogumdan da nefret etmem gerekiyor. sikeyim böyle arkadaşı zaten, ne dersem onaylıyor, hiç beni teselli etmiyor, blogum beni sevmiyor :((((((((((((((((((((((((((  3 ayda bir yeni bir şeyler yazıyorum ve 3 aylık boşluğu, tekrar yazmaya başladığımda sanki insanların çok sikindeymiş gibi "biliyorum uzun zamandır yazmıyorum" girişiyle yazımı tamamlıyorum. bunları niye yapıyorum diye soruyorsanız çünkü ben bir malım. hayatta en sevdiğim şey nutella ve edward.

eğer aranızda bana yazılmak isteyen olursa, hiç merak etmediği halde soracağı "canım ya nerelerdeydin, çok özledik seni ;) neler yaptın bakalım güzellik burada yokken" sorularını şimdiden cevaplayayım. bir kere her şeyden nefret ettim ve nefret ettikçe kendimi nutella'ya verdim ve nutella'ya verince kendimi götüm kazan gibi oldu. sonra bunu dert edip her pazartesi diyete başladım ve götümün büyümesiyle diyet olayının kronik bir hal alması aynı döneme tekabül etti. ablalarımdan öğrendiğim "ya ben aslında çok zayıftım ama hormon ilaçları beni şişirdi" yalanını arkadaşlarıma anlattım, kimse çıkıp da "ne hormonu ne ilacı bu yaşta be amcık" demedi. sanırım çok iyi arkadaşlarım var. sonra arkadaşlarımla yaprak dökümü'ydü, aşkı memnu'ydu, ne kadar saçma sapan dizi varsa onların tekrarlarını izleyip yakışıklı erkeklere iç geçirdik. okulların açılmasıyla tekrar sizlerle birlikte olacağım. bu yeni yazı döneminde, hocaların ne kadar kötü olduğunu, ailemin beni hiç anlamadığını, sınıftaki tüm oğlan çocuklarıyla yaşadığım platonik aşkları anlatacağım. seni çok özledim blog yummmmmmmmmmiiiiiiiiiiieeeeeeeeeeeeeeeeee ^.^

Pazar, Haziran 27

MUCİZE DİYET!!! yüzde yüz çalışıyor.




malum yaz geldi. yazın gelmesini, havanın sıcaklığından, mini etekli, şortlu, götlü, memeli kızların bolluğundan, şişman kadınların göbeklerini beyaz bodye yapışık gezmelerinden ve gazetelerde boy boy verilen diyet listelerinden anlayabilirsiniz. geri zekalı değilseniz zaten yazı kışı ayırabilirsiniz, bunlar sadece böyle özel durumlar için geçerli şeyler. ufaklığımdan beri özellikle hısım akraba çevresinde "ayy ne kadar zayıf bu çocuk, beslemiyor musunuz bunu" gibilerinden her gördükleri yerde acıma ifadesi içeren cümleler duysam da, günümüz modasının 0 bedeni makul bir hale getirmesinden ötürü tüm genç kızların imrendiği bir erkek olup çıktım. bu vesileyle tüm olumsuz yönlerimi kapatacak bir artım bulunmuş oldu. "bana verir misin" diyorum, kız vermiyor ama sen şişmansın ben zayıfım diyerek psikolojisini çökertiyorum onun. başkası bana çirkin diyor, ama sıfır bedenim diyorum, ağlatıyorum. bu ne kadar böyle gider bilinmez ama gittiği yere kadar götürmeye kararlıyım, ve duyarlı, anlayışlı bir insan olarak size bu yaz sahilde fütursuzca bikininizi giyebileceğiniz, tartılarla dost olacağınız kendi diyet listemi veriyorum. seda sayan'lı, sibel can'lı diyet reçetelerini bir kenara atın, dediklerimi not alın.

evvela yemek listesiyle başlıyorum

kahvaltı:

öyle yarım domates, kibrit kutusu kadar peynir filan yok. evde ne varsa onu yiceniz amına koyim. gün gelir domates olmaz, gün gelir peynir olmaz yeme, ille onu yemek mecburiyetinde değilsin. hem yemediğin için otomatik olarak 25 gramdan kurtulmuş oluyorsun.

öğle yemeği:

öğle yemeğini de es geçiyoruz, eğer evdeysek ve anamız varsa yiyoruz, yok dışarıdaysak veya arkadaşlardaysak otomatik olarak öğle yemeğini atlıyoruz. nereden baksan sen şimdi öğle yemeğinde 300-500 kalori alacaktın zaten, eğer yemezsen almazsın.

akşam yemeği:

günün en önemli öğünü. vallahi aç karınla yatamazsın akşam, yatamadığın gibi tribe girersin, gözün döner. allah'ım dersin, sen kimseyi açlıkla terbiye etme dersin. gecenin bir vakti çıkarsın dışarıya kebaptı, etti, kıldı tüydü derken sıçarcasına yemiş olduğunu görürsün. o yüzden temiz bi akşam yemeği ye, çayını kahveni iç, pırlanta gibi olursun yeminle.

gelelim 0 bedeni korumanızda size faydalı olacak altın öğütlere:

1-) işi gücü bırakın: bu yazın sıcağında çalışılır mı lan hiç? adamın mecali sikilir vallahi. işi gücü bırakın, sikinizi taşşağınızı sere sere yatın. zaten bir müddet sonra paranız suyunu çekeceği için her istediğinizi alamayacaksanız, misal canınız dondurma almak isteyecek ama alamayacaksınız, bu vesileyle kalori de almayacaksınız, fit olacaksınız, taş gibi olacaksınız.

2-) haftanın 3-5 günü arkadaşlarınızda kalın: evden uzaklaşın, biraz sosyalleşin. evde otursan bütün gün bilgisayar başında göt büyütecen, ama arkadaşında kalsan öyle mi ya? mümkünse arkadaşınız bekar olsun, evde yiyecek pek bir şeyi bulunmasın. böylelikle sike sike yemek yemeyeceksin, en güzel yöntem de bu bence, mis.

3-) rakıyı sodayla için: suyun hayat vermediği tek şey rakı olduğunu her daim söylemekteyim. en güzeli rakıyı sodayla içmek, böylelikle mide habire çalışacak, yediğini sindir sindir sindirecek, ya tabiri caizse anasını sikecek midenin. mide delinene kadar bence sağlıklı bir yöntem.

4-) günaşırı mastürbasyon yapın: şimdi hemen "ay ben mastürbasyon yapmam ki" filan diyenler olacak, sikerim yalanlarınızı bir kere, onu geçin. sonra beni günaşırı mastürbasyon yaptığım için abazalıkla, kronik mastürbatör olmakla suçlayanlar olacak. ama bilmiyorlar ki mastürbasyon yapmak, seksten daha fazla kalori yakılmasını sağlıyor. cahil ibneler.

5-) günde 2 paket sigara için: için için amına koyim, verin sigaranın gözüne ateşi. bilinen bir gerçek; sigara iştahı keser. bilinmeyen gerçek; sigaraya o kadar para verince ister istemez başka bir şeye para veremiyorsun.

evet sevgili okurlarım, umarım bu yaz gününde götünüze geçirdiğiniz bikinilerle, slip mayolarla fit vücudunuzu sahilde umarsızca afişe edebilirsiniz.

Pazartesi, Mayıs 31

rusya'ya vize kaldırıldığında öğreniğimde anca kaldırmakla yetindim

hepinizin bildiği üzere pucca'nın kitabı çıktı. gelen tepkilerden öğrendiğim kadarıyla aslında bu kızı kimse okumuyor ama okumadıkları halde devamlı cinsellikten bahsettiğini söylüyorlar. şaşırdım doğrusu, cinsellik bu kadar sattırırsa ben de seks günlüğümü yayınlamak istiyorum.






























































ne sandın lan amcık? hiç öyle boş yere ctrl+A filan yapma bişey yok. bomboş, tertemiz bir seks günlüğüm var. hani seks günlüğüm araba olaydı, "bayandan az kullanılmış 0 gibi araba" diye satardım anında. hayatım filme çekilse konulu porno bile olmayacağını daha evvel sizlere anlatmıştım, seks günlüğümden değil kitap, seri ilanlarda çıkan reklam bile olmaz.

Pazar, Mayıs 9

bir nesil sevişmeyi aydemir akbaş'la öğrendiyse, o işte bir yanlışlık var

Silvio Berlusconi: İtalya başbakanı, 74 yaşında. Sevişiyor.


Deniz Baykal: Ana muhalefet lideri, 72 yaşında. Sevişiyor.


Bill Clinton: Eski A.B.D. başkanı, 64 yaşında. Sevişiyor.


Yaşar Nuri Öztürk: Cart curtcu, 59 yaşında. Sevişiyor.


Kamer Genç: Bağımsız millet vekili, 70 yaşında. Sevişiyor.


Ali Kırca: Anchorman, 61 yaşında. Sevişiyor.


Aras Öztürk Çolak: Sanat işçisi, 24 yaşında. SEVİŞEMİYOR.


utan eserinle türkiye, bu ayıp senin...